1.Yaratılış Efsaneleri
Orta
Asya'da yaşayan Türk toplulukları arasında dünya ve insanın yaratılışı
hakkında birçok efsane saptanmıştır. Bu efsaneler yakın çağlarda
derlendikleri için İslamlık, Hıristiyanlık, Budizm, Maniheizm gibi
dinlerden etkiler taşımaktadırlar. Ancak bunlar genel yapısıyla erken
dönem Türk mitolojisinin izlerinin görüldüğü önemli ürünlerdir.
Aşağıda, Altay Türkleri'ne ait iki yaratılış efsanesi verilmiştir. Bu
iki efsane temel olarak birbirlerine benzerler; ama ayrıldıkları
noktalar da vardır; aralarındaki farkları, okuyunca anlayacaksınız.
İlk efsane W. Radloff tarafından saptanmıştır; ikinci efsane ise V.
Verbitskiy tarafından saptanmış olup ilk efsaneden daha değişik bir
söyleyişe sahiptir. İki efsanede de tek bir yaratıcı Tanrı vardır.
Birinci efsanede Tanrı; Kayra Kan, Kuday ve Kurbustan adlarını
taşırken, ikinci efsanede Ülgen, Bay-Ülgen adlarına sahiptir. İki
efsane de dış etki (Çin ve İran) taşırlar.
Bu yaratılış efsanelerinde İran mitolojisinin ile Mani dininin
etkisinin olduğu görülmektedir. İkili düşünce ilkesi (dualizm) İran
mitolojisinin en önemli özelliğidir. İran mitolojisinde Hürmüz, iyilik
ilahıdır ve gökte oturur; Ehrimen ise yeraltında karanlıkların
ilahıdır. Aynı durum Altay Türkleri'nin yaratılış destanlarında da
vardır. Altay yaratılış destanlarında da Tanrı Kuday gökte oturur,
Şeytan Erlik ise yer altında. Ama Erlik, Tanrı değildir; yalnızca
güçlü bir körmös'tür (şeytan). Türk Tanrı düşüncesi, İran
mitolojisindeki ikili ilah sistemini tek ilahlı sisteme çevirmiştir.
İran mitolojisinde Hürmüz, birçok yaratık yaratır ve Ehrimen de
bunların bir bölümünü kendisine vermesini ister; ama olumsuz yanıt
alır. Aynı durum Altay yaratılış efsanesinde de söz konusudur. Tanrı
Kuday (Ülgen) da birçok yaratık yaratır ve Erlik bunların bir kısmını
kendine ister ama Tanrı bunu reddeder.
Altay yaratılış destanlarında, herşeye gücü yeten ve günümüzdeki Tanrı
inancının aynısı olan bir inanış yoktur. Altay yaratılış destanlarında
Tanrı'ya yaratma eyleminde kimi varlıklar yardım eder (mesela Ak Ene
ve Kişi yani Erlik). Bu yüzden bu efsanelerde her şeye kaadir bir
Tanrı imajı yerine, yaratma eyleminde çeşitli varlık ve nesnelere
başvuran bir ilah portresi çizilmiştir.
Verbitskiy'in saptamış olduğu yaratılış efsanesinde (aşağıdaki ikinci
efsane) balığın dünya ile ilgili simgeselliğine yer verilmiştir. Bu
efsaneye göre dünyanın altındaki üç balığın, dünyanın dengesini
sağlamada rolü vardır. Burada balığa kutsallık verilmiş ve dünyanın
dengede durmasının simgesi olmuştur. Bu özellik eski Hint
mitolojisinde de vardır. Balığın burada kullanılması aynı zamanda onun
insanın yaratılışının, yaşamın yeniden doğuşunun, bolluk ve bereketin
simgesi olmasından ileri gelmiştir. Kimi araştırmacılar göre Kırım
Türkleri de benzer biçimde, dünya okyanusunda büyük bir balık
bulunduğunu ve balığın üzerinde boynuzlarıyla dünyayı taşıyan bir boğa
olduğunu ileri sürerlerdi.
Altay yaratılış efsanelerinin bazı kahramanları yabancı adlar taşırlar;
mesela Mangdaşire, Şal-Yime, May-Tere vb. Bu efsanelerin bazı
motifleri de Eski Türk kültüründe bulunmamaktadır. Mesela Tanrı'nın
gökte oturması, yaratma eyleminde nesne ve kişilere başvurması,
Ak-Ana, Tanrı'nın insanlarla doğrudan konuşması ...gibi. Altay
yaratılış efsanelerinde, Türk destanlarındaki güçlü yapı ve görkem de
yoktur. Ergenekon Destanı ile karşılaştırılmaları bile bunu kolayca
gözler önüne serer.
Aşağıda iki yaratılış efsanesi de yer almaktadır.
YERİDİNG PÜTKENİ
(Yerin Yaratılışı)
Herşeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile
Kişi vardı. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı.
Tanrı bir şey düşünmüyordu. Kişi, yel çıkarıp suyu dalgalandırdı;
Tanrı'nın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan
güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya
düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. "Bana yardım et!" diye bağırıp
Tanrı'dan yardım istedi.
Tanrı "Yukarı çık!" dedi, o da sudan çıkıverdi. Sonra Tanrı, "Sağlam
bir taş olsun!" dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Tanrı ile Kişi,
taşın üzerine oturdular. Tanrı, Kişi'ye "Suya dal, suyun dibinden
toprak çıkar!" diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine
getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Tanrı'ya ***ürdü.
Tanrı, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken "Yer olsun !"
diye buyurdu. Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Tanrı, yine
Kişi'ye "Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar !" diye buyruk
verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye
düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Tanrı'dan
gizlemek için ağzına attı. Dileği, Tanrı'dan gizli kendine göre bir
yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Tanrı'ya uzattı. Tanrı,
toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. O'nun suya
serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe
başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı.
Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı'yı buluyordu. O'ndan
kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: "Tanrı! Gerçek
Tanrı! Bana yardım et".
Tanrı, Kişi'ye "Ağzındaki toprağı ne için sakladın" dedi. Kişi,
"Kendime yer yaratmak için saklamıştım" diye yanıt verdi. Tanrı da,
"Öyleyse at ağzından ve kurtul" dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere
dökülürken küçük tepeler oluştu. Tanrı, "Artık sen günahlı oldun"
dedi, "Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar,
senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana
uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek.
Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da
Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun,
günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun".
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Tanrı, bu dalsız budaksız
ağaçtan hoşlanmadı. "Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel
değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun!" dedi. Dalsız budaksız ağaç birden
dokuz dallı oldu. Tanrı, "Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden
dokuz kişi türesin; bunlar dokuz ulus olsun!" dedi.
Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye
düşündü. Tanrı'ya gürültünün nedenini sordu. Tanrı, "Ben bir kaganım,
sen de kendince bir kagansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim
ulusumdur!" dedi. Erlik, Tanrı'dan bu ulusu kendisine vermesini
istedi. Tanrı, "Olmaz!" diye karşıladı; "Sen /edit:küfür/ kendi işine bak!".
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek
kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları,
kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Tanrı bunları nasıl
yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne
dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik
baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar,
öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu.
İnsanlar, şu yanıtı verdiler: "Tanrı bize şu yandaki dört dalın
yemişini yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın
gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek,
yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bundan sonra
Tanrı göğe çıktı. Beş dalın yemişi de bizim aşımız oldu"
Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Törüngey
denilen erkeğe yaklaştı. Ona "Tanrı size yalan söylemiş. Asıl,
yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir
deneyin; göreceksiniz" dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına
girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden
yedi. Doğanay'ın karısı Eje, yanlarına geldi. Erlik, Törüngey ile
Eje'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Törüngey, Tanrı'nın
sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Eje dayanamadı, yedi.
Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Törüngey ile Eje'nin
tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına
saklandılar.
Derken Tanrı geldi. Bütün ulus, kaçışıp bir köşeye gizlendi. Tanrı,
"Törüngey! Törüngey! Eje! Eje! Neredesiniz" diye haykırdı. Törüngey ile
Eje "Ağaçların arkasındayız" dediler, "Karşına çıkamıyoruz,
utanıyoruz". Sonra, olanları bir bir anlattılar. Tanrı, bildiği
şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. "Şimdi
sen de Körmös'ten (Şeytan'dan) bir parça oldun" diyerek yılana verdi
ilk cezayı. "İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip
öldürsünler!" dedi. Eje'ye döndü, "Sen, Körmös'ün sözüne uydun. Yasak
yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı
çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın". Törüngey'e de şöyle
diyerek cezasını verdi: "Körmös'ün aşını yedin. Benim sözümü
dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun
dünyasında yaşar, karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun
kalır. Körmös bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim
sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz
oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım.
Artık, insanlar senden türeyecek."
Tanrı, Erlik'e de kızdı. "Benim adamlarımı niçin aldattın ?" diye sordu
öfkeyle. Erlik "Ben istedim, sen vermedin" dedi, "Ben de senden
çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım.
İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp
döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım".
Tanrı da, "Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan
karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum" diyerek Erlik'i
cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden şöyle dedi:
"Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde
edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok. Artık, yüz yüze gelip sizinle
konuşmayacağım. Bundan sonra size May-Tere'yi göndereceğim".
May-Tere, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da May-Tere yaptı. Ot
köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, May-Tere'ye
yalvardı: "Ey Gök Oğul, bana yardım et. Tanrı'dan izin dile. Yanına
çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana". May-Tere, Erlik'in dileğini
Tanrı'ya iletti. Tanrı aldırış etmedi. May-Tere, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Tanrı, Erlik'e haber gönderdi: "Düşmanlıktan vazgeçersen,
insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin!" Erlik,
söz verdi. Tanrı'nın katına çıktı. Baş eğdi. "Beni kutsa. Bana izin
ver, ben de kendime gökler yapayım" diye yalvardı. Tanrı, izin verdi.
Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere
yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular.
Tanrı'nın en sevgili kullarından olan Mangdaşire, bu duruma çok
üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: "Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde
sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip
duruyor." Mangdaşire, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha
güçlü çıktı. Ateş ile vurup Mangdaşire'yi kaçırdı. Mangdaşire,
Tanrı'nın katına çıktı. Tanrı, "Nereden geliyorsun?" dedi. Mangdaşire,
"Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise
yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in
yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le
savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı" diye yanıt verdi. Tanrı,
üzülmemesini söyledi. "Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez"
dedi, "Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün
Erlik'in gücünden üstün olacak". Mangdaşire'nin yüreği serinledi,
rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Mangdaşire güçleneceğini anladı. O gün Tanrı, Mangdaşire'yi
yanına çağırdı. "Var /edit:küfür/. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına
yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin" dedi, "Sana, kendi
gücümden güç verdim". Mangdaşire şaşırdı: "Yayım yok, okum yok. Kargım
yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle
Erlik'i nasıl yok edebilirim?". Tanrı, Mangdaşire'ye bir kargı verdi.
Mangdaşire, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi,
kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu,
yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra
kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene
yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları
yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can
verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar
hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Tanrı'dan kendine yeni bir yer istedi. "Benim göklerimin
yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı" dedi. Tanrı,
Erlik'i yerin altındaki karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat
kilit vurdu. "Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez
ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere
sürerim" dedi. Bunun üzerine Erlik, "Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını
bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim" dedi. Tanrı, "Yo,
onları sana vermeyeceğim" dedi, "İstiyorsan kendin yarat". Erlik eline
çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Bir vurdu, kurbağa çıktı.
Bir vurdu, yılan çıktı. Bir vurdu, ayı çıktı. Bir vurdu, domuz çıktı.
Bir vurdu, Albıs (kötü ruh) çıktı. Bir vurdu, Şulmus (kötü ruh) çıktı.
Sonunda Tanrı, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe
attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Tanrı, kadını tutup
yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmez, tüyü
yelek olmaz Kurday denilen kuştur. Tanrı, erkeği de tutup yüzüne
tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Tanrı, insanlara "Ben size mal verdim, aş verdim.
Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz
de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim" dedi.
Yardımcı ruhlarına döndü: "Şal-Yime; sen, rakı içip aklını yitirenleri,
körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin.
Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini
öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları,
başkalarına kötülük edenleri de alma. Benim için, bir de kaganları için
savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir.
İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden
uzaklaştırdım. Körmösler size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama
onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Benim
adımı söylerseniz korumam altında olcakasınız. Şimdi ben aranızdan
ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın.
Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim.
Şimdilik benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şal-Yime kalacaklar;
size yardımcı olacaklar.
Yapkara! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin canlarını çalmak isterse, Mangdaşire'ye söyle; o güçlüdür.
Şal-Yime! Sen de iyi dinle. Albıs, Şulbus yeraltındaki karanlıklar
ülkesinden çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen May-Tere'ye bildir. Ona güç
verdim. O, kötü ruhları koğar.
Podo-Sünku, Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Mangdaşire, yeryüzünü ve
gökyüzünü koruyacak. May-Tere, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak.
Mangdaşire, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır.
İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin
(sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret".
Sonra, Tanrı uzaklaştı. Mangdaşire, Tanrı'nın sözlerini yerine getirdi.
Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi,
Mangdaşire kendi kendine mırıldandı: "Bugün beni yel uçuracak, alıp
***ürecek". Bir yel geldi, Mangdaşire'yi uçurup ***ürdü. Bunun üzerine
Yapkara insanlara "Mangdaşire'yi Tanrı yanına aldı. Artık, onu
bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse
oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Tanrı'nın yargısı budur"
dedi.
İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
--------------------------------------------------------------------------------
İKİNCİ YARATILIŞ EFSANESİ
Gök yoktu, yer yoktu. Yalnızca, sonu olmayan bir deniz vardı. Tanrı
Ülgen (Aakay, Kurbustan), bu denizin üzerinde uçuyordu. Konacak sert
bir yer arıyordu, bulamıyordu. Böyle uçarken gönlüne doğdu. Bir ses
"Önündeki nesneyi yakala" diye fısıldadı. Ülgen, bu fısıltıyı
yineledi. Ellerini öne doğru uzattı. O sırada su yüzüne bir taş
çıkmıştı. Ülgen, taşı yakaladı, üzerine kondu. Taşın üstünde ne
yapacağını düşündü. Uçsuz bucaksız suyun içinden Ak Ene (Ak Ana),
süzülüp Ülgen'in karşısına çıktı ve "Yarat" dedi; üç kez yineledi.
Ülgen "Nasıl?" diye sordu. Ak Ene "Yaptım oldu de, yaptım olmadı deme"
dedi. Sonra, Ak Ene kayboldu. Bir daha da görünmedi. Ülgen, insanlara
şu buyruğu verdi. "Var olana yok demeyin; vara yok diyen de yok
olur!".
Ülgen, "Yer yaratılsın!" dedi; yer yaratıldı. "Gökler yaratılsın!" diye
buyurdu; gökler yaratıldı. Böylece bütün dünyayı yarattı. Sonra, üç
büyük balık yaratıp, yeri onların üzerine yerleştirdi. Balıklardan
ikisini yerin kenarına, üçüncüsünü ortasına temel yaptı. Ortada
bulunan balığın başı kuzey yönündedir. Bu balık başını eğerse,
kuzeyden yayık (tufan) olur. Başını daha aşağı eğerse, yeryüzünde su
basmadık bir avuç yer kalmaz. Onun için bu balık, büyük bir zincirle
bir direğe bağlanmıştır. Onu, Mangda-Şire yönetir.
Ülgen, dünyayı yaratırken ay ve gün ışığının dokunduğu Altın Dağ'da
oturdu. Bu dağ, gök ile yer arasında idi. Dünya'nın yaratılışı altı
gün sürdü. Yedinci gün Ülgen yatıp uyudu; sekizin gün kalktı...
Bizim Ay ve Güneş'imizin dünyasından başka, doksan dokuz dünya daha
vardır. Bunların hepsinde birer uçmag (cennet), birer tamu (cehennem)
vardır. Herbirinde insanlar bulunur. En büyük dünya, Han Kurbustan
Tengere'dir. Bay-Ülgen, bu âlemin yönetimini yardımcılarından olan
Mangızın Matmas Burkan adlı ruha vermiştir. Bu dünyanın yerinin adı
Altın Telegey'dir. Cehennemi, Mangız Toçiri Tamu'dur. Bu tamuyu,
Matman Kara adlı bir zebani yönetir.
Doksan dokuz âlemin ortancası, Ezre Kurbustan Tengere'dir. Ezre
Tengere'yi, Belgein Keratlu Türün Musıkay Burkan'a verilmiştir.
Yerinin adı, Altın Şarka'dır. Cehennemi, Tüpken Kara Tamu'dur. Bu
cehennemi Matman Karakçı yönetir.
Kişioğullarının bulunduğu bizim dünyamız, en küçük dünyadır. Adına,
Kara Tengere Dünyası denilir. Bu dünyayı, May-Tere yönetir.
Cehenneminin adı, Kara Teş'tir. Bu cehennemi, Kerey Han yönetir. Bizim
dünyamızın üzerinde otuz üç kat gök vardır.
Bay-Ülgen, birgün denize bakarken, suyun üstünde bir toprak parçasının
yüzdüğünü gördü. Toprağın üzeri, insan gövdesine benzeyen bir kil
tabakası ile kaplıydı. Ülgen, "Bu cansız toprak, kişi olsun!" diye
buyurdu. Toprak, kişi oldu. Ülgen, ona Erlik adını verdi; olduğu yere
bıraktı. Erlik, giderek Ülgen'i buldu. Ülgen de onu yanına aldı;
kendisine küçük kardeş yaptı. Bir zaman sonra Erlik, Ülgen'i kıskandı.
Ondan daha güçlü olmak istedi. Ülgen'e imrendi, "Ben de onun gibi
olmalıyım" diye düşündü. Düşüne düşüne Ülgen'e düşman oldu. Ülgen
bunun yerine, Mangdaşire'yi yarattı. Sonra da, bizim dünyamızda yedi
kişi yarattı. Bunların kemikleri kamıştan, etleri topraktan oldu.
Kulaklarına üfledi, can verdi. burunlarına üfledi, akıl verdi. En
sonra da, yine bir kişi yarattı ve May-Tere adını verdi. Ona "Bu
insanları sen yönet" diye buyurdu.
Orta
Asya'da yaşayan Türk toplulukları arasında dünya ve insanın yaratılışı
hakkında birçok efsane saptanmıştır. Bu efsaneler yakın çağlarda
derlendikleri için İslamlık, Hıristiyanlık, Budizm, Maniheizm gibi
dinlerden etkiler taşımaktadırlar. Ancak bunlar genel yapısıyla erken
dönem Türk mitolojisinin izlerinin görüldüğü önemli ürünlerdir.
Aşağıda, Altay Türkleri'ne ait iki yaratılış efsanesi verilmiştir. Bu
iki efsane temel olarak birbirlerine benzerler; ama ayrıldıkları
noktalar da vardır; aralarındaki farkları, okuyunca anlayacaksınız.
İlk efsane W. Radloff tarafından saptanmıştır; ikinci efsane ise V.
Verbitskiy tarafından saptanmış olup ilk efsaneden daha değişik bir
söyleyişe sahiptir. İki efsanede de tek bir yaratıcı Tanrı vardır.
Birinci efsanede Tanrı; Kayra Kan, Kuday ve Kurbustan adlarını
taşırken, ikinci efsanede Ülgen, Bay-Ülgen adlarına sahiptir. İki
efsane de dış etki (Çin ve İran) taşırlar.
Bu yaratılış efsanelerinde İran mitolojisinin ile Mani dininin
etkisinin olduğu görülmektedir. İkili düşünce ilkesi (dualizm) İran
mitolojisinin en önemli özelliğidir. İran mitolojisinde Hürmüz, iyilik
ilahıdır ve gökte oturur; Ehrimen ise yeraltında karanlıkların
ilahıdır. Aynı durum Altay Türkleri'nin yaratılış destanlarında da
vardır. Altay yaratılış destanlarında da Tanrı Kuday gökte oturur,
Şeytan Erlik ise yer altında. Ama Erlik, Tanrı değildir; yalnızca
güçlü bir körmös'tür (şeytan). Türk Tanrı düşüncesi, İran
mitolojisindeki ikili ilah sistemini tek ilahlı sisteme çevirmiştir.
İran mitolojisinde Hürmüz, birçok yaratık yaratır ve Ehrimen de
bunların bir bölümünü kendisine vermesini ister; ama olumsuz yanıt
alır. Aynı durum Altay yaratılış efsanesinde de söz konusudur. Tanrı
Kuday (Ülgen) da birçok yaratık yaratır ve Erlik bunların bir kısmını
kendine ister ama Tanrı bunu reddeder.
Altay yaratılış destanlarında, herşeye gücü yeten ve günümüzdeki Tanrı
inancının aynısı olan bir inanış yoktur. Altay yaratılış destanlarında
Tanrı'ya yaratma eyleminde kimi varlıklar yardım eder (mesela Ak Ene
ve Kişi yani Erlik). Bu yüzden bu efsanelerde her şeye kaadir bir
Tanrı imajı yerine, yaratma eyleminde çeşitli varlık ve nesnelere
başvuran bir ilah portresi çizilmiştir.
Verbitskiy'in saptamış olduğu yaratılış efsanesinde (aşağıdaki ikinci
efsane) balığın dünya ile ilgili simgeselliğine yer verilmiştir. Bu
efsaneye göre dünyanın altındaki üç balığın, dünyanın dengesini
sağlamada rolü vardır. Burada balığa kutsallık verilmiş ve dünyanın
dengede durmasının simgesi olmuştur. Bu özellik eski Hint
mitolojisinde de vardır. Balığın burada kullanılması aynı zamanda onun
insanın yaratılışının, yaşamın yeniden doğuşunun, bolluk ve bereketin
simgesi olmasından ileri gelmiştir. Kimi araştırmacılar göre Kırım
Türkleri de benzer biçimde, dünya okyanusunda büyük bir balık
bulunduğunu ve balığın üzerinde boynuzlarıyla dünyayı taşıyan bir boğa
olduğunu ileri sürerlerdi.
Altay yaratılış efsanelerinin bazı kahramanları yabancı adlar taşırlar;
mesela Mangdaşire, Şal-Yime, May-Tere vb. Bu efsanelerin bazı
motifleri de Eski Türk kültüründe bulunmamaktadır. Mesela Tanrı'nın
gökte oturması, yaratma eyleminde nesne ve kişilere başvurması,
Ak-Ana, Tanrı'nın insanlarla doğrudan konuşması ...gibi. Altay
yaratılış efsanelerinde, Türk destanlarındaki güçlü yapı ve görkem de
yoktur. Ergenekon Destanı ile karşılaştırılmaları bile bunu kolayca
gözler önüne serer.
Aşağıda iki yaratılış efsanesi de yer almaktadır.
YERİDİNG PÜTKENİ
(Yerin Yaratılışı)
Herşeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile
Kişi vardı. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı.
Tanrı bir şey düşünmüyordu. Kişi, yel çıkarıp suyu dalgalandırdı;
Tanrı'nın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan
güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya
düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. "Bana yardım et!" diye bağırıp
Tanrı'dan yardım istedi.
Tanrı "Yukarı çık!" dedi, o da sudan çıkıverdi. Sonra Tanrı, "Sağlam
bir taş olsun!" dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Tanrı ile Kişi,
taşın üzerine oturdular. Tanrı, Kişi'ye "Suya dal, suyun dibinden
toprak çıkar!" diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine
getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Tanrı'ya ***ürdü.
Tanrı, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken "Yer olsun !"
diye buyurdu. Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Tanrı, yine
Kişi'ye "Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar !" diye buyruk
verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye
düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Tanrı'dan
gizlemek için ağzına attı. Dileği, Tanrı'dan gizli kendine göre bir
yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Tanrı'ya uzattı. Tanrı,
toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. O'nun suya
serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe
başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı.
Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı'yı buluyordu. O'ndan
kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: "Tanrı! Gerçek
Tanrı! Bana yardım et".
Tanrı, Kişi'ye "Ağzındaki toprağı ne için sakladın" dedi. Kişi,
"Kendime yer yaratmak için saklamıştım" diye yanıt verdi. Tanrı da,
"Öyleyse at ağzından ve kurtul" dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere
dökülürken küçük tepeler oluştu. Tanrı, "Artık sen günahlı oldun"
dedi, "Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar,
senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana
uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek.
Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da
Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun,
günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun".
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Tanrı, bu dalsız budaksız
ağaçtan hoşlanmadı. "Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel
değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun!" dedi. Dalsız budaksız ağaç birden
dokuz dallı oldu. Tanrı, "Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden
dokuz kişi türesin; bunlar dokuz ulus olsun!" dedi.
Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye
düşündü. Tanrı'ya gürültünün nedenini sordu. Tanrı, "Ben bir kaganım,
sen de kendince bir kagansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim
ulusumdur!" dedi. Erlik, Tanrı'dan bu ulusu kendisine vermesini
istedi. Tanrı, "Olmaz!" diye karşıladı; "Sen /edit:küfür/ kendi işine bak!".
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek
kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları,
kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Tanrı bunları nasıl
yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne
dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik
baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar,
öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu.
İnsanlar, şu yanıtı verdiler: "Tanrı bize şu yandaki dört dalın
yemişini yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın
gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek,
yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bundan sonra
Tanrı göğe çıktı. Beş dalın yemişi de bizim aşımız oldu"
Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Törüngey
denilen erkeğe yaklaştı. Ona "Tanrı size yalan söylemiş. Asıl,
yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir
deneyin; göreceksiniz" dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına
girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden
yedi. Doğanay'ın karısı Eje, yanlarına geldi. Erlik, Törüngey ile
Eje'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Törüngey, Tanrı'nın
sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Eje dayanamadı, yedi.
Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Törüngey ile Eje'nin
tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına
saklandılar.
Derken Tanrı geldi. Bütün ulus, kaçışıp bir köşeye gizlendi. Tanrı,
"Törüngey! Törüngey! Eje! Eje! Neredesiniz" diye haykırdı. Törüngey ile
Eje "Ağaçların arkasındayız" dediler, "Karşına çıkamıyoruz,
utanıyoruz". Sonra, olanları bir bir anlattılar. Tanrı, bildiği
şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. "Şimdi
sen de Körmös'ten (Şeytan'dan) bir parça oldun" diyerek yılana verdi
ilk cezayı. "İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip
öldürsünler!" dedi. Eje'ye döndü, "Sen, Körmös'ün sözüne uydun. Yasak
yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı
çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın". Törüngey'e de şöyle
diyerek cezasını verdi: "Körmös'ün aşını yedin. Benim sözümü
dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun
dünyasında yaşar, karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun
kalır. Körmös bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim
sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz
oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım.
Artık, insanlar senden türeyecek."
Tanrı, Erlik'e de kızdı. "Benim adamlarımı niçin aldattın ?" diye sordu
öfkeyle. Erlik "Ben istedim, sen vermedin" dedi, "Ben de senden
çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım.
İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp
döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım".
Tanrı da, "Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan
karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum" diyerek Erlik'i
cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden şöyle dedi:
"Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde
edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok. Artık, yüz yüze gelip sizinle
konuşmayacağım. Bundan sonra size May-Tere'yi göndereceğim".
May-Tere, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da May-Tere yaptı. Ot
köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, May-Tere'ye
yalvardı: "Ey Gök Oğul, bana yardım et. Tanrı'dan izin dile. Yanına
çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana". May-Tere, Erlik'in dileğini
Tanrı'ya iletti. Tanrı aldırış etmedi. May-Tere, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Tanrı, Erlik'e haber gönderdi: "Düşmanlıktan vazgeçersen,
insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin!" Erlik,
söz verdi. Tanrı'nın katına çıktı. Baş eğdi. "Beni kutsa. Bana izin
ver, ben de kendime gökler yapayım" diye yalvardı. Tanrı, izin verdi.
Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere
yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular.
Tanrı'nın en sevgili kullarından olan Mangdaşire, bu duruma çok
üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: "Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde
sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip
duruyor." Mangdaşire, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha
güçlü çıktı. Ateş ile vurup Mangdaşire'yi kaçırdı. Mangdaşire,
Tanrı'nın katına çıktı. Tanrı, "Nereden geliyorsun?" dedi. Mangdaşire,
"Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise
yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in
yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le
savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı" diye yanıt verdi. Tanrı,
üzülmemesini söyledi. "Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez"
dedi, "Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün
Erlik'in gücünden üstün olacak". Mangdaşire'nin yüreği serinledi,
rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Mangdaşire güçleneceğini anladı. O gün Tanrı, Mangdaşire'yi
yanına çağırdı. "Var /edit:küfür/. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına
yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin" dedi, "Sana, kendi
gücümden güç verdim". Mangdaşire şaşırdı: "Yayım yok, okum yok. Kargım
yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle
Erlik'i nasıl yok edebilirim?". Tanrı, Mangdaşire'ye bir kargı verdi.
Mangdaşire, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi,
kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu,
yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra
kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene
yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları
yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can
verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar
hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Tanrı'dan kendine yeni bir yer istedi. "Benim göklerimin
yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı" dedi. Tanrı,
Erlik'i yerin altındaki karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat
kilit vurdu. "Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez
ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere
sürerim" dedi. Bunun üzerine Erlik, "Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını
bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim" dedi. Tanrı, "Yo,
onları sana vermeyeceğim" dedi, "İstiyorsan kendin yarat". Erlik eline
çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Bir vurdu, kurbağa çıktı.
Bir vurdu, yılan çıktı. Bir vurdu, ayı çıktı. Bir vurdu, domuz çıktı.
Bir vurdu, Albıs (kötü ruh) çıktı. Bir vurdu, Şulmus (kötü ruh) çıktı.
Sonunda Tanrı, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe
attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Tanrı, kadını tutup
yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmez, tüyü
yelek olmaz Kurday denilen kuştur. Tanrı, erkeği de tutup yüzüne
tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Tanrı, insanlara "Ben size mal verdim, aş verdim.
Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz
de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim" dedi.
Yardımcı ruhlarına döndü: "Şal-Yime; sen, rakı içip aklını yitirenleri,
körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin.
Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini
öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları,
başkalarına kötülük edenleri de alma. Benim için, bir de kaganları için
savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir.
İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden
uzaklaştırdım. Körmösler size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama
onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Benim
adımı söylerseniz korumam altında olcakasınız. Şimdi ben aranızdan
ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın.
Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim.
Şimdilik benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şal-Yime kalacaklar;
size yardımcı olacaklar.
Yapkara! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin canlarını çalmak isterse, Mangdaşire'ye söyle; o güçlüdür.
Şal-Yime! Sen de iyi dinle. Albıs, Şulbus yeraltındaki karanlıklar
ülkesinden çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen May-Tere'ye bildir. Ona güç
verdim. O, kötü ruhları koğar.
Podo-Sünku, Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Mangdaşire, yeryüzünü ve
gökyüzünü koruyacak. May-Tere, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak.
Mangdaşire, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır.
İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin
(sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret".
Sonra, Tanrı uzaklaştı. Mangdaşire, Tanrı'nın sözlerini yerine getirdi.
Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi,
Mangdaşire kendi kendine mırıldandı: "Bugün beni yel uçuracak, alıp
***ürecek". Bir yel geldi, Mangdaşire'yi uçurup ***ürdü. Bunun üzerine
Yapkara insanlara "Mangdaşire'yi Tanrı yanına aldı. Artık, onu
bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse
oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Tanrı'nın yargısı budur"
dedi.
İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
--------------------------------------------------------------------------------
İKİNCİ YARATILIŞ EFSANESİ
Gök yoktu, yer yoktu. Yalnızca, sonu olmayan bir deniz vardı. Tanrı
Ülgen (Aakay, Kurbustan), bu denizin üzerinde uçuyordu. Konacak sert
bir yer arıyordu, bulamıyordu. Böyle uçarken gönlüne doğdu. Bir ses
"Önündeki nesneyi yakala" diye fısıldadı. Ülgen, bu fısıltıyı
yineledi. Ellerini öne doğru uzattı. O sırada su yüzüne bir taş
çıkmıştı. Ülgen, taşı yakaladı, üzerine kondu. Taşın üstünde ne
yapacağını düşündü. Uçsuz bucaksız suyun içinden Ak Ene (Ak Ana),
süzülüp Ülgen'in karşısına çıktı ve "Yarat" dedi; üç kez yineledi.
Ülgen "Nasıl?" diye sordu. Ak Ene "Yaptım oldu de, yaptım olmadı deme"
dedi. Sonra, Ak Ene kayboldu. Bir daha da görünmedi. Ülgen, insanlara
şu buyruğu verdi. "Var olana yok demeyin; vara yok diyen de yok
olur!".
Ülgen, "Yer yaratılsın!" dedi; yer yaratıldı. "Gökler yaratılsın!" diye
buyurdu; gökler yaratıldı. Böylece bütün dünyayı yarattı. Sonra, üç
büyük balık yaratıp, yeri onların üzerine yerleştirdi. Balıklardan
ikisini yerin kenarına, üçüncüsünü ortasına temel yaptı. Ortada
bulunan balığın başı kuzey yönündedir. Bu balık başını eğerse,
kuzeyden yayık (tufan) olur. Başını daha aşağı eğerse, yeryüzünde su
basmadık bir avuç yer kalmaz. Onun için bu balık, büyük bir zincirle
bir direğe bağlanmıştır. Onu, Mangda-Şire yönetir.
Ülgen, dünyayı yaratırken ay ve gün ışığının dokunduğu Altın Dağ'da
oturdu. Bu dağ, gök ile yer arasında idi. Dünya'nın yaratılışı altı
gün sürdü. Yedinci gün Ülgen yatıp uyudu; sekizin gün kalktı...
Bizim Ay ve Güneş'imizin dünyasından başka, doksan dokuz dünya daha
vardır. Bunların hepsinde birer uçmag (cennet), birer tamu (cehennem)
vardır. Herbirinde insanlar bulunur. En büyük dünya, Han Kurbustan
Tengere'dir. Bay-Ülgen, bu âlemin yönetimini yardımcılarından olan
Mangızın Matmas Burkan adlı ruha vermiştir. Bu dünyanın yerinin adı
Altın Telegey'dir. Cehennemi, Mangız Toçiri Tamu'dur. Bu tamuyu,
Matman Kara adlı bir zebani yönetir.
Doksan dokuz âlemin ortancası, Ezre Kurbustan Tengere'dir. Ezre
Tengere'yi, Belgein Keratlu Türün Musıkay Burkan'a verilmiştir.
Yerinin adı, Altın Şarka'dır. Cehennemi, Tüpken Kara Tamu'dur. Bu
cehennemi Matman Karakçı yönetir.
Kişioğullarının bulunduğu bizim dünyamız, en küçük dünyadır. Adına,
Kara Tengere Dünyası denilir. Bu dünyayı, May-Tere yönetir.
Cehenneminin adı, Kara Teş'tir. Bu cehennemi, Kerey Han yönetir. Bizim
dünyamızın üzerinde otuz üç kat gök vardır.
Bay-Ülgen, birgün denize bakarken, suyun üstünde bir toprak parçasının
yüzdüğünü gördü. Toprağın üzeri, insan gövdesine benzeyen bir kil
tabakası ile kaplıydı. Ülgen, "Bu cansız toprak, kişi olsun!" diye
buyurdu. Toprak, kişi oldu. Ülgen, ona Erlik adını verdi; olduğu yere
bıraktı. Erlik, giderek Ülgen'i buldu. Ülgen de onu yanına aldı;
kendisine küçük kardeş yaptı. Bir zaman sonra Erlik, Ülgen'i kıskandı.
Ondan daha güçlü olmak istedi. Ülgen'e imrendi, "Ben de onun gibi
olmalıyım" diye düşündü. Düşüne düşüne Ülgen'e düşman oldu. Ülgen
bunun yerine, Mangdaşire'yi yarattı. Sonra da, bizim dünyamızda yedi
kişi yarattı. Bunların kemikleri kamıştan, etleri topraktan oldu.
Kulaklarına üfledi, can verdi. burunlarına üfledi, akıl verdi. En
sonra da, yine bir kişi yarattı ve May-Tere adını verdi. Ona "Bu
insanları sen yönet" diye buyurdu.