Yeni Sitemize Yönlendiriliyorsunuz !

Join the forum, it's quick and easy

Yeni Sitemize Yönlendiriliyorsunuz !

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    İstiklal Marşı'ı Ve Açıklaması

    PyscHo
    PyscHo


    Mesaj Sayısı : 242 Aldığı teşekkürler : 1241 Nereden : Windows/System32 Kayıt Tarihi : 10/04/11

    İstiklal Marşı'ı Ve Açıklaması Empty İstiklal Marşı'ı Ve Açıklaması

    Mesaj tarafından PyscHo Paz Nis. 10, 2011 11:24 am

    iSTiKLAL MARŞI ve AÇIKLAMASI iSTiKLAL MARŞI ve AÇIKLAMASI

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak.

    Şair birinci dörtlükte şafaklarda dalgalanan kırmızı sancağın asla
    inmeyeceğini söylüyor ve Türk milletine bu inancını, “korkma!” diyerek
    belirtiyor. 1. dizedeki “yüzen” kelimesi “dalgalanan” karşılığında
    kullanılmıştır. Şair, bayrağın, yurdumuzun üstünde tüten en son ocağın
    söndüğü ana kadar dalgalanışına devam edeceğini söylerken, Türk
    milletinin son ferdine kadar bayrağını ve onun ifade ettiği değerleri
    yaşatacağını dile getiriyor. Son vatan evladı kalana kadar hürriyet
    mücadelesi devam edecektir. Halk arasında şöyle bir inanç vardır:
    Yaşayan her varlığın gökte bir yıldızı bulunmaktadır. O canlı öldüğünde
    gökteki yıldızı da söner, kayıp gider. Türk milletinin yıldızı ise
    bayrağında bulunan yıldızdır. Şairimiz, milletimize ait o yıldızın asla
    gökten inmeyeceğini, daima parlayacağını ifade etmiş. Türk milleti,
    yaşamaya devam edecektir. Ona ait yıldız gökte baki kalırken, sönük,
    silik olmayacaktır; parlayarak, temsil ettiği değerlerin yüceliğini
    haykıracaktır.

    Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
    Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
    Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!

    2. dörtlükte bayrak, nazlı bir hilale benzetilmiştir. Göklerde nazlı bir
    güzel gibi salınmaktadır. Ancak, bayrak Türk milletine kızgındır;
    kaşlarını çatmıştır. Çünkü büyük bir milletin bayrağı olarak
    bağımsızlığı istemektedir. İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönem göz önüne
    alındığında, bayrağa yüklenen bu ruh hali anlaşılabilir. İstiklal bir an
    önce kazanılmalıdır ve ay yıldız göklerde özgürce dalgalanmalıdır.
    Hilalin çatılmış bir kaşa benzetilmesi, aynı zamanda şekilsel bir
    ilişkiyi de düşündürür. Yıldız göz olarak kabul edilirse, hilal de onun
    üzerinde çatılmış bir kaşı andırır. Ayrıca “hilal” kelimesi ile ad
    aktarması yapılmıştır. Hilal, bayrağın bir parçasıdır. Parça söylenerek,
    o parçanın ait olduğu bütün kast edilmiştir. Şair, bayrağından
    milletine kızmamasını istiyor. Yoksa onun uğruna dökülen kanların
    kendisine helal olmayacağını söylüyor. Bayrağın rengi şehitlerin
    kanlarından gelmektedir. Hatta kan üzerine düşen ay ve yıldız imgesinin
    kaynağı “Dandanakan Savaşı (1040)”na kadar ***ürülür. Son dizede şair,
    bağımsızlığın Türk milletinin tabii bir hakkı olduğunu söylüyor.
    Türkler, tarihin eski çağlarından beri özgür yaşamışlar, asla başka
    milletlerin egemenliği altına girmemişlerdir. Kurtuluş Savaşı’nın
    sürdüğü tarihlerde Türklüğün son kalesi olan Anadolu coğrafyası tehdit
    altındadır. Şair, içinde bulunulan kötü şartlara rağmen, bağımsızlık
    adına verilen mücadelenin başarıya ulaşacağından, her Türk evladı gibi,
    emindir.

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    Şair, 3. Dörtlükte ezelden beri bağımsız yaşamış bir milletin ferdi
    olduğunu vurguluyor. “Ben” zamiri etrafında Türk milletinin tarihi seyri
    içinde yaşamış ve yaşamakta olan bütün fertlerinin duyguları dile
    getirilmektedir. Tarihin en eski zamanlarından beri özgür yaşamayı
    başarabilmiş ve bunu bir karakter özelliği haline getirmiş bir milletin
    bağımsızlığına ancak
    çıldırmış
    olanlar göz dikebilir. Şairin hürriyet aşkını elinden almaya, onu
    zincire vurmaya kalkanlar, akıl dışı bir işin peşinde koşmaktadırlar.
    Bağımsız yaşamayı bir karakter haline getiren Türk milleti, özgürlüğünü
    elinden almak isteyenlere karşı kükremiş bir sel gibidir. Karşısına
    çıkan setler aşılmaz gibi görünse de onları ezip geçer. Özgürlüğün
    verdiği coşkunluk öylesine şiddetlidir ki, bu coşkunluk dağları yırtar,
    enginlere sığmaz.

    Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
    'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?


    Şair, 4. Dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren milletine
    seslenmektedir. Batı ufuklarından gelen amansız saldırı her ne kadar
    teknik açıdan üstünse de; üstün silahlara karşı şairin elinde inanç dolu
    insanların imanları kadar sağlam sınırları vardır. Bu sınırlar,
    canlarını idealleri uğruna hiç düşünmeyerek feda edenler tarafından
    korunmaktadır. Bir yanda inançlı insanlar, diğer yanda ise çelik kadar
    güçlü ancak bir o kadar da soğuk bir duvar... Zafere olan inanç asla
    mücadeleyi bırakmaz ve sonunda istediğini elde eder. Nitekim “Milli
    Mücadele”mizde böyle olmuştur. Dörtlükte “medeniyet”, tek dişi kalmış
    bir canavara benzetilmiştir. Elinde teknik üstünlük barındıran ancak
    ruhtan mahrum olan bu canavar, şairin ve onun gibi bağımsızlığı için
    mücadele veren insanların cesaretini kıramamalıdır. Medeniyet maskesi
    altındaki canavar, ulurcasına haykırıp gözdağı vermeye çalışmaktadır.
    Ancak şair, bu ulumanın bağımsızlığa inanmış milletini
    yıldırmayacağından son derece emindir. Çünkü gerçekte bu canavar
    korkutacak bir güce bile sahip değildir. Kalan tek dişiyle,
    koparamayacağı bir lokmaya göz dikmiştir ki bu lokma Türk milletinin
    egemenliğidir.

    Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
    Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
    Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    Şair 5. Dörtlükte bağımsızlık için savaşan vatan evlatlarına sesleniyor.
    Onlardan, ne pahasına olursa olsun alçakların kutsal olan vatan
    topraklarına girmelerine engel olmalarını istiyor. Türk topraklarına
    yapılan haksız ve edepsiz saldırının durması için, onlardan gerekirse
    gövdelerini siper etmelerini istiyor. Böyle yaptıkları taktirde
    Tanrı’nın onlara vaat ettiği özgür günler gelecektir. Hatta zafere o
    kadar yaklaşılmıştır ki vaat edilen bu günler gelmek üzeredir.
    Bağımsızlık adına verilen mücadele başarıya yaklaşmıştır. Burada
    İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemde milli mücadelenin hala devam
    ettiğini ve cephede savaşın hala sürdüğünü göz önünde bulundurmak
    gerekir.

    Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
    Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
    Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

    Şair bu dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren vatan evlatlarına
    seslenmeye devam ediyor. Onların, uğruna canlarını feda ettikleri
    toprakların kutsallığından bahsediyor. Bu toprakları vatan haline
    getiren şehitlerin emanetine zeval getirmemelerini istiyor. Hiçbir
    toprak parçası, uğruna kan dökülmeden “vatan” haline gelemez. Türkler de
    üzerinde yaşadıkları topraklar


    için
    çok kan akıtmış, çok can vermişlerdir. Öyle ki her karış toprağın
    mayasına şehit kanı karışmıştır. İstiklal Marşı’nın yazıldığı milli
    mücadele döneminde bağımsızlık için savaşanlar, kimi zaman kefensiz ve
    isimsizce gömülen şehitlerin torunlarıdır. Atalarının emanetini dünyayı
    verseler değiştirmemelidirler. Ne olursa olsun vatan topraklarına düşman
    ayağı bastırılmamalıdır.

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
    Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
    Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

    Şair 7. dörtlükte seslenişine devam ediyor. Bu vatan cennet kadar
    güzeldir. Onun uğruna can feda etmek kadar doğal bir şey olamaz. Her
    karışı şehit kanlarıyla sulanmıştır; şair bu durumu heyecanın doğurduğu
    bir mübalağa ile “toprağı sıksan şehitler fışkıracak” diyerek dile
    getirmiş. Şair son iki dizede Tanrı’ya yalvarıyor. Her şeyini kaybetse
    de vatanından asla vazgeçemeyeceğini söylüyor. Şair, Tanrı’dan canını,
    sevdiğini ve bütün varlığını almasını; ancak kendisini vatanından
    ayırmamasını istiyor. Her sevgiden üstün tuttuğu vatan sevgisini bu
    şekilde dile getiriyor. Eskiler, vatan sevgisinin imandan geldiğini
    söylemişler, vatan olarak kabul edilen toprakların kutsallığından şüphe
    duymamışlardır.

    Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
    Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
    Bu ezanlar-ki şehadetleri dinin temeli,
    Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.


    8. dörtlükte, Tanrı’ya yalvarış devam ediyor. Şairin Tanrı’dan tek bir
    isteği vardır. İbadet edilen yerlere, yabancıların elleri değmemelidir.
    Türkler, Anadolu coğrafyasında yaşadıkları bin sene zarfında dinlerinin
    gereği olarak mabetler inşa etmişler, birlik ve beraberliklerini uzun
    müddet bu ibadethanelerde pekiştirmişlerdir. Türk milleti, bağımsızlık
    mücadelesini bir başka medeniyet dairesine mensup devletlere karşı
    yürütürken birlik ve beraberliği temsil etmesi amacıyla şairimizin, dini
    motifleri ön plana çıkarması doğaldır. Çünkü, bağımsızlık adına yapılan
    savaşların, manevi bir temeli de vardır. Bu sebeple, asırlarca
    mabetlerde okunan ve dinin temeli olan “ezan” motifi ön plana çıkarılmış
    ve ezan seslerinin sonsuza kadar yurdun üstünde inlemesi temenni
    edilmiş.

    O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
    Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
    Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım.


    Şair, 9. Dörtlükte, ettiği duaların kabul olarak milletinin bağımsızlığa
    ulaştığı anda nasıl mutlu olacağını bir şehidin ağzından dile
    getiriyor: Eğer mezarının baş ucunda bir mezar taşı olursa, bu taş bile
    onun minnetinin bir ifadesi olarak secdeye varacaktır. Şair, burada
    savaş meydanlarında ölenlerin, kimi zaman isimsiz, mezar taşsız,
    törensiz ve sessiz sedasız toprağa verildiklerine dikkati çekiyor. Aynı
    coşkunluğun bir neticesi olarak şehit, yaralarından kanlara boşalmak
    suretiyle manevi bir şeklide arşa kadar yükselecektir. Halk inancına
    göre, göğün en yüksek ve en kutsal yeri “arş” adı verilen manevi
    katmandır. Burada şair, bağımsızlık için can


    verenlerin
    sabırsızlıkla, amaçladıkları sonucu beklediklerini belirtmek istemiş.
    Verilen mücadele, başarıyla sonuçlandığı zaman şehitler boşuna ölmüş
    olmayacaklardır.

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
    Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
    Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
    Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!

    Son beş dizede şair, tekrar, bayrağına sesleniyor. Bayrak tıpkı kırmızı
    şafaklar gibi dalgalanmalıdır. Onun uğruna dökülen kanlar heba
    olmamalıdır, verilen canlar boşa çıkmamalıdır. O, kırmızı ve engin
    şafaklarda milletinin özgürlük sembolü olarak dalgalandığında şehit
    kanları kendisine helal olacaktır. Şairin bayrağı ve milleti sonsuza
    kadar çöküş, yıkılış yaşamayacaktır. Çünkü hürriyet, ezelden beri hür
    yaşamış bir bayrağın en doğal hakkıdır. Aynı şekilde, Hakk’a tapan Türk
    milleti de bağımsızlığı tabii bir hak olarak yaşamalıdır. İnanmak ve
    inancını yaşamak da özgür olmayı gerektirir

      Forum Saati Cuma Mayıs 10, 2024 12:20 pm